banner
Brief Notes

Güçlü Köklerden Sağlam Bi̇r Geleceğe Türk Dış Politikası

Genç Türkiye Cumhuriyeti, yüzyıllara dayanan köklü Hariciye birikimini günün şartlarıyla harmanlayarak barışçıl bir dış politikanın temellerini attı. “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesinde ifadesini bulan bu dış politikanın ilk somut tezahürü, Cumhuriyetimizin kurucu belgelerinden birini teşkil eden Lozan Barış Antlaşması’ydı. Yüzüncü yılını kutlamakta olduğumuz Lozan Barış Antlaşması, -aynı dönemde akdedilen diğer barış anlaşmalarından farklı olarak- günümüze dek geçerliliğini korumak suretiyle, aynı zamanda Cumhuriyetimizin ne kadar sağlam temeller üzerine kurulduğunun da göstergesi oldu.

Türk dış politikası, günümüzde de bu sağlam temeller üzerinde yürütülmekte, kadim coğrafyamızın ve şanlı tarihimizin mirasını, insani ve vicdani değerlerimizi yansıtmaktadır. Cumhuriyetimizin 100. yılını gururla kutlarken geriye dönüp baktığımızda, dış politikamızın bir yandan ulusal çıkarlarımızı güvence altına alırken, diğer yandan insanlığın ortak hedeflerine de katkıda bulunmayı sürdürdüğü görülmektedir.

Ancak Ulu Önder Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nda belirttiği üzere; “Yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü çok daha büyük işler yapmak mecburiyet ve azmindeyiz… Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur… Türk Milletine çok yakışan bu ülkü, onu bütün insanlığa hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır.”

Bu inançtan ve köklü dış politika geleneğimizden aldığımız kuvvetle, ilelebet payidar kalacak Cumhuriyetimizin ikinci asrına, “Türkiye Yüzyılı”na, yalnızca gururla değil, aynı zamanda geleceğe dair ümit ve özgüvenle giriyoruz. Nitelikli, yaratıcı ve dinamik nüfus, güçlü ordu, her geçen gün daha da gelişen savunma sanayii, köklü tarih, kültürel birikim, bölgemizde ve ötesindeki ülkelerle daha da derinleşen ilişkiler ve işbirliği, bölgesel ve uluslararası örgütler aracılığıyla küresel yönetişime özgün katkılar… Bu etkenlerin her biri, Türk diplomasisinin özgüveninin dayandığı kuvvetli sacayaklarını oluşturmaktadır.

Tüm bu unsurlardan aldığımız itici güçle, Cumhuriyetimizi ekonomik, askeri, siyasi ve diplomatik bakımdan daha güçlü, daha müreffeh, daha gelişmiş bir ülke haline getirmek amacıyla bu yüzyılda da emin adımlar atacağız. Halihazırda 261 diplomatik ve konsüler misyonla dünya çapında beşinci sırada yeralan Türk diplomatik temsil ağı, bu ülkü doğrultusunda 7/24 esasına dayalı mesaisini sürdürecektir.

Cumhuriyetimizin ilk yüz yılı incelendiğinde, bu süre içerisinde uluslararası sistemde yaşanan tüm değişikliklere rağmen, bazı dış politika parametrelerinin sabit olduğu görülmektedir:

- Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana jeopolitik açıdan dünyanın kalbinde yeralmaktadır.

- Tarihi sorumlulukları da beraberinde getiren bu konum, geçmişten günümüze büyük fırsatlar sunmanın yanısıra, ülkemizi ciddi tehdit ve sınamalarla da karşı karşıya bırakmıştır.

- Türk dış politikası bu konumun ve sorumlulukların bilinciyle şekillendirilmektedir.

- Türk dış politikasının itici güçleri; coğrafyası, nüfusu, dinamizmi, tarihi ve kültürel derinliği, köklü devlet geleneği, insani değerleri gibi unsurlar olmuştur. Tüm bunlar dış politikamızı güçlendiren unsurlardır.

- Kısaca özetlenen bu tablo, Türkiye’nin 20. yüzyıldan günümüze uluslararası konjonktürü etkileme ve fark yaratma kapasitesine sahip, özgün bir aktör olmasını sağlamıştır.

Bu arkaplan ışığında, Türk dış politikası her daim gerçekçilikten kopmayan, ancak ideallerden de ayrılmayan bir anlayışla yürütülmüştür. Realizm ile idealizmi bünyesinde başarıyla uyumlaştıran bu dış politika geleneği, günümüzde de akil ve müşfik bir biçimde sürdürülmektedir.

Dış politikada etkinliği koruyabilmek, değişimi yakalayabilmekten, zamanın ruhunu doğru okuyabilmekten ve çağın gereklerine ayak uydurabilmekten geçmektedir. Türk dış politikası, inkılapçı bir anlayışla, uluslararası düzende yaşanan değişime daima ayak uydurmuştur.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girdiğimiz bu dönemde değişim ve dönüşümler çok hızlı biçimde ilerlemektedir. Bu kapsamda, mevcut uluslararası konjonktürün başlıca belirleyici unsurunun “belirsizlik” olduğunu söylemek isabetli bir tespit olacaktır. Siyasetten ekonomiye, iklim değişikliğiyle mücadeleden göç yönetimine kadar çeşitli alanlarda yaşanan eşzamanlı krizler, bir yandan bu belirsizlikten beslenmekte, diğer yandan onu daha da körüklemektedir.

Jeopolitik fay hatlarının harekete geçtiği bu dönem aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyadaki en büyük göç hareketlerine, Soğuk Savaş sonrası Avrupa’nın en ciddi güvenlik krizine sahne olmaktadır. Mevcut uluslararası sistemde yaşanan tıkanma ve küresel yönetişimde yaşanan eksiklikler, günümüzün tüm bu sorunlarına çözüm üretememekte, istikrarsızlığı beraberinde getirmektedir.

Dünya sahnesine küresel rekabet ve belirsizliklerin damgasını vurduğu bu uluslararası düzen(sizlik) içerisinde Türkiye, bölgesinde bir istikrar çıpası niteliğini korumakta; diğer yandan, Türk medeniyetinin vicdani ve ahlaki temellerine dayanan karakteriyle her daim sürdürülebilir barış ve refaha yönelik çaba harcayan müşfik bir gücü temsil etmektedir. Doğal, güçlü ve güvenilir bir ortak niteliğini haiz Türkiye, artan imkan ve kabiliyetleriyle, geniş bir bakış açısıyla, yumuşak ve sert güç unsurlarını birlikte kullanarak, sahada ve masada güçlü bir diplomasi yürütmektedir.

Ülkemiz, Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya, Balkanlar’dan Güney Kafkasya’ya, Karadeniz’den Doğu Akdeniz’e kalıcı barış, refah ve istikrarın temini için çalışmayı sürdürmektedir. Bu bağlamda, etrafımızda barış ve refah kuşakları oluşturulması hedefi doğrultusunda, komşu ülkelerle ilişkilerimiz iyi komşuluk ilkesi ve uluslararası hukuk temelinde ülkemizin hak ve çıkarları gözetilmek suretiyle önümüzdeki dönemde de ilerletilecektir.

Öte yandan, ülkemizin yanısıra KKTC’nin uluslararası hukuktan kaynağını alan meşru çıkarları ve müktesep hakları korunacak, milli davamız Kıbrıs meselesinde KKTC’ye desteğimiz sürdürülecek, Kıbrıs Türklerine yönelik her türlü haksızlığa son verilmesini sağlamak üzere çalışmaya devam edilecektir. Bu, aynı zamanda Doğu Akdeniz havzasında adil ve kalıcı barış ve refahın temini bakımından da bir gerekliliktir.

Türkiye, Cumhuriyetimizin ilk yüz yılı boyunca Balkanlar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika, Güney Kafkasya, Güney Asya ve Orta Asya'daki ülkelerle yakın bağlarını muhafaza etmiş ve uluslararası konjonktüre uygun biçimde aşamalı olarak geliştirmiştir. Bugüne kadar komşularımız dahil 30 ülkeyle tesis edilen Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi, 4 ülkeyle başlatılan Hükümetlerarası Zirve mekanizmaları, ayrıca üçlü veya daha çok üyeli bölgesel oluşumlar geniş bir işbirliği ağının asli unsurlarını oluşturmaktadır. Bölgesel sorunlara bölgesel çözümler bulunması anlayışında olan Türkiye, gerek ikili gerek çoktaraflı düzeydeki bölgesel işbirliklerini önümüzdeki dönemde gerek çeşitlendirerek gerek derinleştirerek sürdürecektir.

Türkiye, bölgesel sahiplenmeye ve bölgesel işbirliğine atfettiği bu önem kapsamında Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, D-8 gibi çeşitli bölgesel örgütlerin ve girişimlerin de kurucu üyesi olmuştur. Türk diplomasisi gelecekte de tüm bu teşkilatlarda başat rol ve aktif çalışmalar yürütecektir.

Türkiye, coğrafi ve tarihsel açıdan olduğu kadar kurumsal olarak da Avrupa’nın bir parçasıdır. Ülkemiz, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa Konseyi ve AGİT gibi Avrupa kurumlarının kurucu üyesi olmuş, Avrupa-Atlantik güvenliğinin belkemiği olarak gördüğümüz NATO’nun etkin üyeleri arasında yeralmış, o günden bu yana kıtamızın istikrarı, refahı ve güvenliğine hayati katkılarda bulunmuştur. Türkiye, güvenliğin bölünmezliği ilkesi kapsamında hem İttifak içerisinde kendi savunmasını tahkim etmeyi sürdürecek, hem de İttifakın güvenliğine en kapsamlı katkı sunan müttefikler arasındaki öncü rolünü koruyacaktır.

Ancak, ülkemizin Avrupa’ya sağlayacağı katma değer esas olarak AB’ye tam üyelikle tekemmül edecektir. Jeostratejik konumu, güçlü ekonomisi ve etkili dış politikasıyla Türkiye, Birliğe karşı karşıya olduğu sınamalarla mücadele ve küresel bir aktör olma iddiasını gerçekleştirme hususunda en fazla katkı yapabilecek ülkelerin başında gelmektedir. AB’ye üyelik sürecimiz aynı zamanda Tanzimat’tan bu yana devam eden modernleşme çabalarının son halkasını teşkil etmekte ve bu bağlamda Cumhuriyetimizin 100. yılında da stratejik vizyonumuzun ayrılmaz bir parçası olmaya devam etmektedir.

Ülkemizin geleceğini Avrupa’da görmekle birlikte, dış politika vizyonumuz kendi coğrafyamızla sınırlı kalmayıp bunun ötesine uzanmaktadır. Bu yayında yeralan makalelerde ele alınan farklı coğrafyalara açılım politikalarıyla birlikte dış politika ufkumuz genişlemiştir. Dış politikamızı zenginleştiren ve çok boyutlu niteliğini güçlendiren 360 derecelik bu vizyon kapsamında bölgemizde ve ötesinde kalıcı barış, huzur, refah ve istikrar kuşakları oluşturmak, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında da başlıca hedefimiz olacaktır.

Bu yöndeki çabalarımızın önemli bir boyutu, ihtilafların önlenmesi ve barışçıl yollardan çözümü faaliyetlerimizdir. Mevcut ihtilafların yaklaşık %60’ının çevremizde cereyan ettiği ve dolayısıyla ülkemizi de etkilediği dikkate alındığında, bu faaliyetlerin dış politika hedeflerimize ulaşma bakımından taşıdığı önem daha iyi anlaşılmaktadır. Bölgesel ve uluslararası ihtilafların çözümünde daima diyalog ve diplomasiyi önceleyen Türkiye, ihtilafların barışçıl yollardan çözülmesi yönünde geniş bir coğrafyadaki çok sayıda girişime ön ayak olmuş ve etkin çaba sarfetmiştir. Sahadaki bu faaliyetlerine ilaveten BM bünyesinde “Barış İçin Arabuluculuk” girişimine öncülük eden Türkiye, BM’ye ilaveten dünyanın en geniş kapsamlı uluslararası örgütlerinden AGİT ve İİT’te de bu çabaları eşzamanlı olarak yürütmektedir. Ayrıca, arabuluculuk konferansları ve eğitim programları düzenlemektedir. Böylelikle, çatışmaların barışçıl yollardan çözümü ve arabuluculuk alanında sahadaki çabalarına ilaveten, uluslararası örgütler bünyesinde aktif rol üstlenmekte, bu konudaki teorik ve kavramsal çerçeveye dair tartışmalara ve kapasite inşasına katkılarını da sürdürmektedir.

Bugün karşı karşıya bulunduğumuz karmaşık küresel ve bölgesel istikrarsızlıklar, ihtilafların barışçıl yollardan çözüme kavuşturulmasına ve arabuluculuğa duyulan gereksinimi daha da belirgin hale getirmiştir. Bu bağlamda, Türkiye arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık gibi alanlarda biriktirdiği tüm bu deneyimlerini önümüzdeki dönemde de uluslararası toplumun hizmetine sunacaktır.

Türkiye, ihtilafların önlenmesi ve sürdürülebilir barış ile kalkınma arasındaki organik bağın idrakindedir. Bu bakımdan, insanı odakta gören devlet geleneğimiz, kalkınma ve insani yardımlar alanına da yansımaktadır. 1980’li yılların ortalarından itibaren bazı ülkelere gıda yardımı şeklinde başlayan insani yardımlarımız, son on yılda kayda değer bir ivme kazanarak dünyanın birçok bölgesine yayılmış, ayrıca nicelik ve nitelik bakımından da çeşitlenerek, gıda dışında birçok alanı da kapsar hale gelmiştir. Bugün, insani yardımlarımıza uluslararası bir boyut da kazandırılmış ve bu alanda faaliyet gösteren uluslararası kuruluşlarla işbirliğimiz arttırılmıştır. Türkiye, milli gelire oranla kişi başına düşen insani harcama miktarına göre dünyanın en cömert ülkesi konumundadır. Cumhuriyetimiz insani yardımlar açısından küresel anlamdaki bu lider rolünü güçlendirerek sürdürecektir.

Müşfik bir güç olarak Türkiye aynı zamanda, dünyada en fazla mülteciye evsahipliği yapan ülkedir. Halen ülkelerindeki çatışma ortamından kaçmak zorunda kalan 3.2 milyon civarındaki Suriyeli dahil, yaklaşık 4 milyon civarında yabancıya/sığınmacıya uluslararası koruma sağlamaktadır. Bir yandan ülkemizdeki bu misafirlerin her türlü ihtiyaçlarını karşılarken, diğer yandan, geçici koruma sağladığımız Suriyelilerin ülkelerine gönüllü, güvenli ve onurlu şekilde geri dönüşlerine imkân sağlayacak koşulların tesisine yönelik çabalar sürdürülecektir.

Yakın coğrafyamızda yaşanan ekonomik güçlükler ve siyasi istikrarsızlıklar, Türkiye’nin göç politikası bakımından önemli bir sınama teşkil etmektedir. Türkiye, bir yandan düzensiz göç akınlarıyla kararlılıkla mücadele ederken, diğer yandan düzensiz göçün kaynağında önlenmesi için temelinde yeralan siyasi, ekonomik ve güvenlik kaynaklı sorunların giderilmesine odaklanmaktadır. Ancak istikrarsızlıktan kaynaklanan düzensiz göçün yarattığı sorunlar ülkelerin tek başlarına çözemeyecekleri ölçektedir. Düzensiz göçle mücadelede uluslararası toplumun sorumluluk ve dayanışma içinde birlikte hareket etmesi elzemdir.

Türkiye, düzensiz göçe ilaveten kitle imha silahlarının yayılması, iklim değişikliği, yoksulluk, salgın hastalıklar, doğal afetler dahil diğer küresel tehditlerle mücadeleye de katkı sunmaya devam edecektir. Tüm bu küresel sorunların çözümü aynı düzeyde işbirliğine ve etkin çoktaraflılık temelindeki ortak çabalara bağlıdır. Bu anlayışla Türkiye, etkin çoktaraflılığa olan güçlü bağlılığı çerçevesinde, gerek küresel gerek bölgesel teşkilatlarla işbirliği düzeyini yükselterek sürdürmektedir. Nitekim ülkemiz, kurucu üyelerinden biri olduğu Birleşmiş Milletler gündeminde bulunan göç konularından sürdürülebilir kalkınma hedeflerine, insan haklarından silahsızlanmaya, terörle mücadeleden çevre ve iklim konularına uzanan tüm alanlardaki çalışmalara etkin katkılar sağlamaktadır. BM içerisinde aynı anda hem Batı Avrupa ve Diğerleri Grubu’nun hem Asya-Pasifik Grubu’nun üyesi olan Türkiye, bu özgün konumundan da istifadeyle, küresel gündemdeki konularda yapıcı ve uzlaştırıcı bir rol oynayarak BM çalışmalarına katma değer sunmaktadır.

Kurallara dayalı uluslararası düzene, etkin çoktaraflılığa ve uluslararası hukuka bağlılığı çerçevesinde BM Şartı’ndaki ilke ve hedeflerin her zaman en kuvvetli savunucularından biri olan ve uluslararası sorunların çok taraflı işbirliği yoluyla çözümünü destekleyen Türkiye, 1951-1952, 1954-1955, 1961 ve 2009-2010 dönemlerindeki BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliklerini bu anlayışla yürütmüş, uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması ve korunmasına elinden gelen katkıyı yapmaya gayret göstermiştir.

Dünyanın çeşitli yerlerine konuşlandırılmış BM barış operasyonlarında askeri ve sivil personel görevlendiren Türkiye, halen BM Genel Bütçesine en fazla katkı sağlayan ilk 20 ülke arasında yer almaktadır. Ülkemizin BM çalışmalarına somut katkılarının yanısıra avantajlı coğrafi konumu ve sunduğu gelişmiş altyapı imkânlarının da etkisiyle, İstanbul BM bakımından her geçen gün daha fazla bir merkez haline dönüşmektedir.

Türkiye, BM’nin faaliyetlerine etkin ve etkili katkısını artırarak sürdürme kararlılığındadır. Buna ilaveten, BM’nin küresel sorunlara hızlı ve etkin biçimde çözümler üretebilmek suretiyle barış ve güvenlikten sürdürülebilir kalkınmaya insan haklarının geliştirilmesinden iklim değişikliğiyle mücadeleye her alanda insanlığın umudu olma niteliğini sürdürmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu doğrultuda BM sisteminin daha iyi işlemesine yönelik atılan adımları desteklemekte, Teşkilatın günümüz koşullarına uygun şekle kavuşturulmasını hedefleyen reform çalışmalarına da destek vermektedir. Sözkonusu destek Sayın Cumhurbaşkanımızın “Dünya Beşten Büyüktür” sözünde de ifadesini bulmaktadır.

Türkiye bu anlayışla gerek BM’nin gerek diğer çoktaraflı kurumların günümüzün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde reforma tabi tutulmasını savunmakta, daha adil bir dünya için mücadeleyi sürdürmekte, küresel insani sistemin daha adil ve etkin hale getirilmesi, uluslararası dayanışmayı artırmak ve küresel sorunların hallinde tüm uluslararası toplumu harekete geçirmek için çaba harcamaktadır. Ülkemiz kuruluşundan bu yana etkin bir üyesi olduğu G20 çalışmalarına da bu anlayışla aktif katkı sağlamaktadır. Nitekim, G20'de kapsayıcı ekonomik büyüme ve adaletli bölüşüm de dâhil olmak üzere insani kalkınma boyutunu ön plana çıkartmaktadır.

Ülkemiz, farklı kültürler ve dinler arasında karşılıklı saygı ve ortak değerleri teşvik etmeye yönelik çabalarda da öncü rol üstlenmiştir. Türkiye ve İspanya'nın ortaklığında 2005 yılında başlatılan BM Medeniyetler İttifakı girişimi, sözde “medeniyetler çatışması” tezlerine sağduyulu bir yanıt teşkil etmektedir. Girişim bağlamında BM çatısı altında kurulmuş olan Medeniyetler İttifakı Dostlar Grubu’nun ülke ve uluslararası kuruluşlardan oluşan üye sayısı 160’a ulaşmıştır.

11 Eylül sonrasında, din ekseni ve İslam karşıtlığı ile yeni bir boyut kazanan yabancı düşmanlığı, etnik ve dini nefret, aşırılık, ayrımcılık ve ırkçılık son dönemde yükseliş eğilimine girmiştir. Ülkemiz ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslam karşıtlığıyla mücadelesini tüm çoktaraflı platformlarda sürdürmekte, ayrıca, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın bu olumsuz eğilimlerden etkilenmemelerini öncelik addetmektedir. Karşılıklı saygıyı, birarada barış içinde yaşama kültürünü kalıcı ve hakim kılmak için çaba harcayan Türkiye, bu sorunları ele alırken şeffaflığa, çeşitliliğe, iletişime ve kapsayıcı politikalara duyulan ihtiyacın altını çizmektedir.

Uluslararası barış ve güvenliğe yönelik büyük bir tehdit teşkil eden terörizm, aynı zamanda insanlığa karşı bir suçtur. Herhangi bir ırk, etnik grup, inanç ya da coğrafya ile ilişkilendirilmesi sözkonusu değildir. Bu tehdide karşı uzun yıllardır verdiğimiz mücadeleden çıkarılan temel derslerden biri uluslararası düzeyde somut işbirliği tesis edilmeden, bu mücadelede başarılı olunamayacağıdır. Bu anlayıştan hareketle Türkiye, bir yandan ulusal güvenliğini tahkim etmek amacıyla terörizmin her türüyle mücadeleye devam ederken, diğer yandan uluslararası toplumun terör tehdidine karşı farkındalığını artırmayı ve terörle mücadelede daha etkin mekanizmaların oluşturulmasını teminen uluslararası düzeydeki çabalarını sürdürecektir.

Soğuk Savaş’ın bitişinden günümüze geometrik biçimde artan küreselleşme, bu tür tehditlerin yanısıra çeşitli fırsatları da beraberinde getirmiştir. Bu fırsatların başında kendi bölgemizde ve ötesindeki ülkelerle ticari ve ekonomik ilişkilerimizin geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi yeralmaktadır. Bu kapsamda, Doğu-Batı Orta Koridoru sadece kendi bölgemizin istikrarı ve kalkınmasına değil, Asya ve Avrupa kıtaları arasındaki işbirliğinin artırılmasına da önemli katkılar sağlama potansiyelini haizdir. Keza, enerji hatlarının merkezi ve transit ülkesi konumundaki Türkiye, Avrupa’nın ve dünyanın enerji güvenliğinde hayati bir rol oynamaktadır. Ülkemiz, karşılıklı bağımlılığın barış ve istikrara katkısının da bilinciyle, enerji ve ulaştırma gibi alanlardaki bağlantısallık kapasitesini önümüzdeki dönemde artırmayı hedeflemekte; bölgesinde lojistik bir üs olmaya yönelik projeleri hayata geçirmektedir.

Bu örneklerden de görüleceği üzere, uluslararası ilişkilerin küreselleşmeyle birlikte daha da artan çok boyutluluğu çerçevesinde ülkemiz, birbirini tamamlayan çok sayıda siyasi, ekonomik, insani ve kültürel işbirliği araçlarından eşzamanlı ve eşgüdüm içerisinde istifade etmektedir. Bu kapsamda ekonomi, enerji, turizm, sağlık diplomasisi, dijital diplomasi ve savunma sanayii, iklim, kültür diplomasisi, gastronomik diplomasi, bilim diplomasisi gibi çeşitli alanlardaki birbirini tamamlayıcı ve güçlendirici nitelikli faaliyetler önümüzdeki dönemde de sürdürülecektir.

Uluslararası düzeyde yaşanan değişimlere daima ayak uyduran Türk dış politikası, dijital diplomasi gibi yenilikçi ve teknolojik girişimleriyle çağı yakalamakta, sadece bugünün değil geleceğin diplomasisini de şekillendirmektedir. Teknolojinin dönüştürücü gücünden konsolosluk hizmetlerinden kamu diplomasisine ve dış politika analizine kadar her alanda istifade edilmektedir.

Diplomasimizi daha etkin kılmak için teknolojik gelişmelerden istifadeye önem atfedilse de, dış politikamızın insani dokunuşu da muhafaza edilmektedir. Bu bağlamda, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımıza her alanda destek verilmesi her zaman için dış politikamızın asli bir boyutunu teşkil etmeyi sürdürecektir. Türk diplomasisi, yurtdışında yaşayan 7 milyonu aşkın vatandaşımızın ve soydaşımızın yanında olmaya, ihtiyaçlarının ve sorunlarının çözümü için her türlü gayreti göstermeye, kendilerine verilen hizmetin kalitesini artırmaya yönelik çalışmalarda bulunmaya devam edecektir. Öte yandan, yurtdışındaki vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerin siyasi, ekonomik ve sosyal hayatına etkin biçimde katılmaları, aynı zamanda anavatanları ve kültürleriyle bağlarını korumaları teşvik edilmektedir.

Yukarıda ancak bazı yönlerine temel hatlarıyla değinilebilen çok yönlü ve çok boyutlu diplomatik ilişkilerimiz, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında milli menfaatlerimiz çerçevesinde daha da derinleştirilerek ve çeşitlendirilerek yürütülecek; ülkemizin etkin ve saygın küresel aktör rolü pekiştirilecektir. Ülkemizin “bütün insanlığa hakiki huzurun temini yolunda kendine düşen medeni vazifeyi yapmaya” yönelik çabalarını ele alan bu makalenin de ortaya koyduğu üzere, uluslararası diplomaside “Türkiye” markası, tüm insanlık için sürdürülebilir barış ve kalkınma yönünde bir teminat ve itici güç anlamını taşımaktadır. Ülkemiz bu çerçevede uluslararası barış ve istikrara özgün katma değer sağlayan bir güç olarak çalışmalarını sürdürecektir.

Bu kapsamda, birinci vazife olarak Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek için bağımsız ve milli bir dış politika yürüten, ülkemizin menfaatlerini savunma uğrunda nice şehitler veren Dışişleri Bakanlığımız, geçmişte olduğu gibi gelecekte de ülkemizi ve dünyamızı daha iyi bir geleceğe taşıma ülküsü doğrultusunda yılmaksızın çalışacaktır.